top of page

Teoman - I

  • 72perseids
  • 26 Ağu 2016
  • 8 dakikada okunur

Babasının ölümünün üzerinden sadece beş gün geçmişti.

Hayat ne kadar çabuk normale dönmüştü. Teoman'a göre hayatına bu kadar kolay geri dönebilmek babasına kocaman bir haksızlıktı ancak herkes ona böyle yapılması gerektiğini öğütlüyordu. Oysa ne kadar kolaydı onlar için. Bazıları babalarını kaybetmiş yaşça büyük insanlar olmasına rağmen Teoman onlara hak veremiyordu. Hayat devam ediyordu ama eksikti işte. Annesi yalnız kaldıkları ilk sabah masaya üç tabak çıkarmıştı alışkanlıka. Sonra üçüncü biri olmadığını hatırlayınca Teoman’a belli etmemeye çalıştığı göz yaşlarıyla tabağı geri kaldırmıştı.

İşte şimdi okulun ilk gününden sonra Teoman eve giriyordu. Annesi Hale evde duramayacağını söyleyip birkaç gün annesinin yanına kaçmıştı. Teoman da boş evde kendi başına huzur bulmaya çalışıyordu. Son iki gündür ev her zamannkinden çok sessizdi. Bir kere Melek, Teoman’a yemek getirmişti ve birlikte sessizce yemek yemişlerdi.

Melek, Teoman’ın keyifsizliğine en iyi destekti. Bazen sessizce Teoman’la oturuyor, bazen de kafasını dağıtması için onunla televizyon izliyor ya da çok kötü oynasa da PS’de Teoman’a eşlik ediyordu. Yine de Teoman’ın içi asla sönmüyordu. Beş dakika ilgisi dağılsa da enerjisi birden bitiveriyor, kendisini hiçbir şeyle ilgilenemez ve sadece babası burada olsa nasıl olacağını düşünüyordu. Zordu işte en yakınının ölmesi, bu kadar basitti.

Kapıyı açtığında normal sessizlikten farklı birkaç tıkırtı duyar gibi oldu. Pek önemsemeden kapıyı kapatıp anahtarı taktı. Tekrar sessizlik olduğunda ise odasından kesinlikle bir tıkırtı geldiğine emindi. Gerildi. Sessizce odasına doğru yürüdü koridordan.

Odaya kafasını uzattığında yabancı bir erkeğin komodininin üzerindeki eşyalara dikkatle baktığını gördü. Adrenalin beynine hücum etti ve kulakları uğuldamaya başladı. Kalbi deli gibi çarpıyor ve bütün vücuduna atağa geçme komutu veriyordu.

Teoman odasına dalar dalmaz ne yaptığını fark etmeden yatağının ayakucundaki beyzbol sopasına saldırdı. Adam daha ne olduğunu anlamadan ona savurdu.

Teoman sopayı savurduğu noktaya baktığında adamın orada durmadığını fark etti. Arkasını dönünce adamın orada sürpriz ile karışık sırıttığını gördü. Ne kadar yüzsüz bir hırsız olduğunu düşündü Teoman. Tam tekrar saldıracakken adam gözünün önünde yok oldu ve holde belirdi. İşte bu fazlasıyla kafa karıştırıcı olmuştu.

Acaba aşırı adrenalinden Teoman yanlış mı görüyordu? Neler oluyordu? Tam Teoman kafası karışık bir kuş gibi kaçmak ya da saldırmak arasında kalakalmışken sarışın adam konuştu.

“Hey dostum bi sakin ol ya. Ayrıca ben teknik olarak hırsız değilim tamam mı.” Üzerindeki siyah tişörtü gösterdi. “Ben bir kuryeyim, ama evlere girmek gördüğün gibi benim için bir problem değil.”

Teoman tişörte dikkatli baktığında bir amblem ve TAKSİ yazdığını gördü. Taksi mi, diye kendisine sorarken adam bıkkınlıkla cevapladı.

“Evet TAKSİ canım. O taksi değil ama. Tanrılar Arası Kargolama Sistemleri İşletmeleri. Hızır biraz komik olmayı seviyor.”

Teoman elindeki sopanın gevşediğini hissetti. Tanrılar arası mı? Bu herif neden bahsediyordu ya? Basbaya deli olmalıydı. Eve nasıl girmişti ve nasıl oradan oraya ışınlanmıştı Teoman asla anlamayacaktı ancak bu adam buradan gitmeliydi.

“Ya sen ne biçim kuryesin?” Elindeki sopayı tekrar kaldırdı ve tehditkar bir şekilde konuştu. “Eğer şimdi çekip gidersen polisi aramıyorum bak. Ev içinde sana saldırırsam nefs-i müdaafa bak. Hadi git işine ya adam.” Diyerek savuşturdu adamı.

“Of bir kere de ne olduğunu anlasalar ölürler mi ya? Ay pardon siz ölümlüsünüz zaten haha.” Adam pişkin pişkin gülümsedi. “Bak çocuğum, kimin oğlusun bilmiyorum ama sana Tanrı anne babandan bir paket var.” Sonra elindeki küçük pakete baktı. “Ooo, tamam şimdi anladım. Sen Ateş’in oğlusun. Ondan bu hava civa.” Dedi.

Teoman kalakaldı. Bunu en garip rüyasında dahi düşünemezdi. Bu ne yani, garip bir kitabın baş kahramanı mıydı da böylesine garip bir durumun içine düşmüştü? Artık durumun kamera şakası dahi olduğuna inanabilirdi.

“Ya bak herif çekip gider misin? Benim babam öldü ne ateşin oğlu falan ya? Deli misin bak arıyorum ambulansı alsınlar seni?”

Adam bu sefer bıkkınlıkla cevap verdi. “Öf amma kovdun be ya. Tamam gidiyorum. Sadece şunu teslim aldığına dair bir imza at yeter.” Sanki çok normalmiş gibi bir kalemi uzatmıştı Teoman’a ve elinde bir anda bir teslimat belgesi belirmişti.

E yok artık danasının bir tarafı, diye düşündü Teoman. Hala adamı dövüp dövmemek üzere kararsızdı. Yani adam basbaya deliydi de Teoman bu adamdan nasıl kurtulacaktı çözebilmiş değildi. Elindeki her neyse teslim almak istemiyordu. Çünkü çok basitçe annesi onu yabancılardan bir şeyler almamak üzere eğitmişti. Şimdiyse bu heriften bir şeyler almak fazlasıyla saçma geliyordu. Çok daha garip bir yanıysa Teoman’a adamın o elindeki her neyse alması gerektiğini söylüyordu. Fazlasıyla kafası karışık bir şekilde bir kuş gibi donup kalmıştı.

Adam sabırsızca tekrar kalemi uzattı. Sonra ise garip bir hamle yaparak kağıdı kendi imzalayıverdi. “Öf hep sizin gibilerle mi uğraşıcam ya. Banane işte ben bıraktım, işimi yaptım.” Pakedi de holdeki masanın üzerine koyuverdi. Sonra da sinirli bir şekilde “Size de iyi günler efendim.” Diyip bir anda yok oluverdi.

Teoman öküzün trene baktığı gibi adamın kaybolduğu noktaya bakakalmıştı. Yani herhalde depresyonun bir etkisi olmalıydı bu halüsinasyonlar. Dün gece Melek öyle okumuştu. Elinde hala beyzbol sopasını tuttuğunu fark edince emaneti yine yatağınının ayak ucuna bıraktı.

Hole tekrar geri döndüğünde hakikaten bir paketin hala orada durduğunu görünce yine minik bir şok geçirdi. O şeyin gerçek olduğuna inanmak istemiyordu. Üzerinde koskocaman TAKSİ yazan paketin içinde küçük bir obje var gibiydi.

Teoman tereddüt ediyordu. Hakikaten o paketi açmalı mıydı? Peki ya bu deli adamın babasının Ateş oluşundan bahsedişi? Elindeki pakete ambale olmuş beyniyle bakakalmıştı. Sonra aklı bir anlığına midesine gitti. Karnı gurulduyordu. “Hah!” Dedi içinden. “Kesin karnım aç diye saçmasapan bir şeyler gördüm.” Diye kendisini avuttu ve elindeki paketi bırakıp mutfağa yollandı.

Öğrencilerin favori yemeği olan makarnayı yaparken Teoman’ın aklı kaynayan su gibiydi. Az önce gördükleri fazlasıyla gerçekçi gelse de arada saçmasapan şeyler duyduğunu da hatırlıyordu. Ateş’in oğlu demişti adam ona. Yani bir, ateş insan değil ki. İki, onun babası vardı ve ölmüştü işte. Lanet olsun ama ölmüştü yani. Zaten halihazırda bununla uğraşmak zorken bir de böyle saçmasapan şeylere kendisini inandırarak delirmek istemiyordu. Şu oyuncu Arda Kural gibi şizofren olup “Ben Ateş’in oğluyum!” Diye gezmek dünyanın en saçma işi olurdu.

Teoman düşünüp dururken gözü ocağın ateşine takıldı. Her daim ateş onu büyülemişti. Yanan mumun dansı, ocaktaki masmavi ateş, Hıdırellez’de yakılan mahalle ateşinin cayır cayır içine atılan her şeyi yakışı. Bunlar onu hep etkilemişti. Hatta arkadaşlarına çakmakla maharetler yapmayı da pek severdi. Elini çakmaktan geçirir ve hiç bir şey olmazdı.

Bütün bu düşünceleri sakince aklından çıkardı. Ne kadar saçma şeyler düşündüğünü fark ettiğinde kaynayan sudan fokurdamalar çıktığını gördü. Aklındaki boş düşünceleri bir kenara attı ve makarnayı tencereye bocaladı.

Tam makarna suya girdiğinde aklına telefonu geldi. Telefonuna bir baksa iyi olurdu. Aval aval ceplerinde telefon aradıktan sonra aletin çantanın içinde olduğunu hatırladı.

Telefonunda dört mesaj vardı. Biri annesindendi, nasıl olduğunu sormuştu. Teoman bir an annesine “Anne ya acaba benim babam Ateş olabilir mi? Hani karıştırdıysan.” Diye mesaj atmak istedi ama sonra bu düşünceyi defetti aklından. Annesine kısaca “İyiyim” diye mesaj attı. Bir mesaj da Ahu’dandı. Ahu ona “Bu gece boş musun?” Yazmıştı. Teoman şu an hiç Ahu’yu çekemezdi. Hazırlıkta arada takıldığı bu kız sıkıldıkça ona mesaj atardı, Teoman da canı sıkılıyorsa biraz aksiyona girişir haftayı kurtarır sonra da Ahu’yla bir süre daha konuşmazdı. Sonraki mesaj da Şule’dendi. O da yine akşam onda yemek yemek istemeyeceğini soruyordu. Teoman’ın canı yeterince sıkkındı, Şule falan da onu avutamazdı.

Diğer mesaj Melek’tendi. “Yemek yedin mi?” Diye sormuştu. “Yemedim, hadi gelsene makarna yeriz. “ diye cevap verdi Teoman da.

*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*

Melek’le güzel bir akşamdan sonra kızı uğurlamıştı. Centilmenlik, kızların evlerinin kapısına kadar bırakılmasını gerektirirdi ancak Melek teknik olarak zaten evinin kapısındaydı.

Bu kız kesinlikle Teoman’ın kafasını dağıtmakta ustaydı. Bir nedenden başına gelen bu saçma olayı Melek’e anlatmamıştı ancak arkadaşının onunla yine saçmasapan bir oyunu oynaması, sonra biraz magazin programı izleyip milletle dalga geçmeleri aklını o olaydan uzak tutmuştu. Bu aralar çok kötü bir şekilde Teoman bazen kendisini Melek’i öpmek isterken buluyordu. Kızın kısa kahverengi saçları, biraz yeşile çalan gözleri ama en önemlisi narin teni ve bal gibi duran dudakları aklını çok çeliyordu. Ancak Teoman bunun babasının ölümünde Melek’in ona çok destek olmasına bağlıyordu, yoksa o mahallede saçını çekip ısırdığı Melek’ti.

Melek gittikten sonra yine ev sessizliğe bürünmüştü. Teoman bundan nefret ediyordu. O, evde bir hareket olmasına alışkındı, böyle sessizlik ona babasının yokluğunu hatırlatıyordu. Kalbinin bir köşesinin sızladığını fark etti. Gözleri de durup dururken doluvermişti işte. Tek başınaydı, istediği gibi şakır şakır ağlayabilirdi. Ancak ağlamayacaktı. Herkesin dediği gibi, ölenle ölünmüyordu ki.

Odasına doğru giderken gözü holdeki pakete takıldı. Ah bir de bu deli herifin evlerine girişi vardı. Teoman, kapıyı kitlediğinden emin oldu. Yemekten sonra da Melek’e çaktırmadan pencereleri kontrol etmiş ve hepsinin kapalı olduğunu görmüştü. Hala akıl sır erdiremiyordu bu adamın nasıl olup da içeri girebildiğine.

Holdeki masanın yanından geçerken bir şey onu dürttü ve ilk kez paketi eline aldı. Oldukça küçüktü, yani içinde ya küçük bir kutu vardı ya da ona benzer bir şeylerdi. Yaşadıklarının üzerinden olanları sindirmek için biraz zaman geçince paketin içinde ne olduğunu merak etmeye başladı.

Gönderici kısmına baktığında yazanın sadece “Ateş” olduğunu gördü. Çok saçmaydı, ne bir adres ne de başka bir şey vardı. Paketteki TAKSİ yazısından başka gerçekten bir de paket taşıyan bir taksi amblemi vardı. Sarı siyah paketin içinde ne olduğuysa bambaşka bir konuydu.

Teoman paket elinde odasına ilerledi. Kendisini yatağına attı ve paketi çıkarttı. Pakedi yırtıp yere atar atmaz paket yok oldu. Teoman yine delirdiğini düşünmekle yetindi.

Paketin içinden siyah bir Zippo çakmak çıkmıştı. Ancak bu Zippo diğerlerinden çok farklıydı. Siyah bir taştan yapılmışa benziyordu. Çakmak taştan olması dışında fazlasıyla basitti. Sadece cilası pek güzeldi. Teoman kapağı kaldırınca içinde normal bir mekanizma olmadığını gördü. Sadece çakmak taşları birbirine sürtüyordu. İçinden “Ulan bu işe yaramaz ki.” Diye geçirdi. Bir yanı da saçma bir şekilde madem bir tanrının oğluydu, layığı nasıl buydu merak ediyordu. Hayal kırıklığı ile yattığı yerden çakmağı şöyle bir çaktı.

Taşlar birbirine sürter sürtmez etrafı harlı bir ateş kapladı. Teoman panik içinde olduğu yerden sıçradı ve çakmağı düşürdü. Etraf bir anda yangın yeri gibi olmuştu. Ateş, yanan ampulün ışığından çok daha güçlü bir ateş saçıyordu.

Hızla ayağa kalkan Teoman eli ayağı birbirine dolaşmış bir şekilde su almak için banyoya koşacaktı ki gür bir ses ona “Dur!” Dedi. Teoman olduğu yerde kaldı ve arkasını döndü.

Bütün bu alevler tek bir noktada toplanmış ve bir yüz şeklini almıştı. Yüz hatlarıysa alevler arasına karmaşıktı. Teoman kesinlikle ölmüştü ve bir şekilde ölüm ona böyle bir yüz olarak görünüyordu. Yüzünü ellerinin arasına aldığındaysa gayet canlı gibi hissediyordu. Yine de aklı odasının ortasında koskoca bir alev topunun gözleri ile onu süzdüğüne inanmak istemiyordu.

“Yasin Turgut’un oğlu Teoman Turgut!” Dedi alevlerden çıkan ses. Odunun yanması gibi çıtırtılar sesi daha da tehlikeli hissettiriyordu.

Teoman ağzını açtı ama ses çıkmadı.

Alev yine konuştu. “Babanın öldüğünü duydum. Sana taziyelerimi sunmak istedim, oğlum.”

Teoman olduğu yerde bayılabilirdi.

Alev bu sefer daha güçlü bir sesle “KALK!” dedi. Teoman uysal bir kedi gibi çöktüğü dizlerinden tir tir titremesine rağmen bir hamlede kalktı. “Sen benim oğlumsan böyle korkak olmamalısın.” diye payladı onu ses.

“Hah müthiş, şimdi de alev topundan azar yiyorum.” diye düşündü Teoman.

Ses devam etti. “Bu çakmak benim sana oğlum olduğunun bir kanıtı olarak gönderildi. Duyduğum kadarıyla teslimatçıya da baya sıkıntı çıkartmışsın. İşte bu benim oğluma biraz daha benziyor. “

Teoman nasıl olabildiğine inanmıyordu ama bir anlığına duyduğu ses biraz daha gururlu, neşesi yerine gelmiş gibi duruyordu.

Alev topu şimdi daha çok bir insan yüzüne benziyordu. Sanki uzun sakalları ve saçı vardı. Ses söylevine devam etti.

“Sen Turgut oğlu Teoman. Benim çok sayıdaki çocuklarımdan birisin. Bunun hediyeleri olduğu gibi lanetleri olduğunu da unutma. Sana kalan hediyelerini nasıl kullandığın ve lanetleri nasıl def ettiğindir. Benim oğlum olmak öyle kolay değil. Zamanla nasıl olunacağını çözeceksin. Bazen insanlara sıcaklığını sunacak, bazen de gazabınla yakacaksın. Seni dünyaya getirdim ama nasıl yaşayacağın sana kalmış. Unutma, sen gel gitlerin bir parçasısın. Yolunu bul sevgili çocuğum. Umarım bu son görüşmemiz olmaz.”

Ses kesilir kesilmez alevler kendi içine toparlandı. Etraf kesinlikle sıcak değildi, sadece fazla aydınlıktı. Alevler çakmaktan ilk çıktıkları gibi toparlandı ve gerisin geri, sanki hiç yanmamış gibi çakmağa girdi.

Teoman bir gece içinde iki kez kendisini trene bakan öküz gibi bulacağını tahmin etmezdi.

Alevler tamamen çakmağa toplandığında çakmak Teoman’ın önünde yere düştü. Az önce pürüzsüz olan yüzeyde bir alev simgesi kazınmıştı. Kazınmış gibi değil, sanki büyük bir incelikle onlarca günün emeği varmış gibi bir anda oyuluvermişti. Teoman çakmağı eline aldığında sımsıcaktı, hatta muhtemelen suya atsa suyu kaynatırdı. Ancak Teoman’ın elinde yanık yoktu.

Olanların kabus olduğuna kendisini inandırmak istercesine çakmağı sıkı sıkı tuttu. Tek yaptığı siyah şeyi iyice soğutmaktı. Çakmağın yeterince soğuduğunu düşününce hırsla onu yere attı ve banyoya koştu.

Yüzü ter içindeydi, tıpkı babasının öldüğü sabah gibi. O gün de hava terlemek için soğuktu ancak Teoman durmaksızın terlemişti, sanki içinde bir fırın varmış gibi. Şimdi de o fırın yanıyordu. Yo hayır, bu terlerin az önce odasının içinde beliren güneşle alakası yoktu. Yüzünü iyice yıkadı. Siyah saçlarını dibine kadar ıslattı. Siyah gözlerini aynada kendisine bakarken gördüğünde içlerinde bir alevin yandığına yemin edebilirdi. Ya çok ciddi bir şekilde delirmişti ya da… Ya dası yoktu işte.

Ama içten içe bütün bu yaşadıklarının gerçek olduğunu biliyordu.


 
 
 

Yorumlar


© 2023 72perseids/bottleofchianti

Yeni Bölümler İçin Takip Et

bottom of page